13 Ocak 2013 Pazar


RUHUN SİMYASI

 

 

RUHUN SİMYASI

 

(Obscurum per obscurius, Ignotum per Ignotius- Karanlığı karanlıkla, Bilinmeyeni hiç bilinmeyenle aramak)

 

Hepimizin doğum haritası ruhumuzun bir haritası gibidir. Gezegen geçişleri (Transitler) ve ilerletilmiş haritalar (Haritalarımızda yer alan gezegenlerin zamanla birlikte ilerletilmiş konumları) bizim o an içerisinde yaşamakta olduğumuz olayların, içinden geçtiğimiz deneyimlerin ve ruh halimizin bir yansımasıdır.Hayatımızın bir döneminde bireysel gelişimimiz için gerekli hangi adımları atacağız veya hayatın önümüze sürdüğü seçeneklerden hangileri bizim kişisel farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olacak kararlara ışık tutar türünden sorularımıza cevap bulmamızın yanısıra, bize bu sözünü ettiğimiz sürecin ve deneyimin ne kadar sürebileceği konusunda bir de zaman çizelgesi verir. Örneğin Satürn transiti yaklaşık 2-2,5 yıl sürer, bu zaman dilimi içerisinde neler yapabileceğimizi ve neler deneyimleyebileceğimizi bilmek en azından bizi yol kazalarına karşı temkinli kılar. Bazen yaşadığımız veya yaşayacağımız deneyimler yaşamımızın belli bir alanında krize yol açar, hayatımızda belli konular  istemesekte bizi bir değişim sürecine iter. Bu dönemler sıkıntılı veya zor geçse bile, aslında hepsi birer fırsat kapısıdır. Astrolojik göstergeler ve ifade ettikleri;  bu negatif olguları, pozitif kazanımlara dönüştürmek için bize sunulmuş bir data bankası gibidir.Kanımca insan ne yaşamakta olduğunu ve bu sürecin ana hatlarını bilirse, yani  bu konuda bir farkındalık geliştirirse , gerçek ve kalıcı anlamda bir fark yaratmak ancak o noktadan sonra gerçekleşir.

 

Zor transitler aldığımız dönemlerde, bireysel bir içe yolculuk ve bir içsel kavrayış başlar. Haritamızda bu bireysel dönüşümün göstergeleri yer alır. Toplumsal değişimler, Dış gezegenlerin uzun süren transitleri ile tetiklenir, makro-evren, mikro-evren kavramına göre toplumsal ve bireysel değişim paradigmaları birbirleri ile ilintili ve paralel ilerleyen süreçlerdir. Birbirlerinden erkilenirken, her biri değişime ve dönüşüme uğrar. Astroloji kadim ve antik çağlardan günümüze kadar gelen arketipler ve sembolik göstergeler sayesinde, insanın ruhsal ve toplumsal gelişimi hakkında bize çeşitli veriler sunar. Bu veriler insanlığın ortak bilincinin süzgecinden geçerek, ortak deneyimlere dönüşüp, toplumsal alt-hafızalara yerleşmiştir. Astrologlar, bu arketiplere dönüştürülmüş deneyimleri , astrolojik sembolleri kullanarak tasvir eder. İnsanlığın ortak hafızasına , evrensel bilince ve doğayı kavrayışına ait bilgileri sembollere aktararak , astrolojik haritalar üzerinden yaşadıklarımız hakkında tanımlar yapar.

 

Astroloji eğitimi alırken, Hocamız Hakan Kırkoğlu’nun bizlere sorduğu “Neden astroloji öğreniyorsunuz?” sorusunun yüzde 90   “Kendimi tanımak için” olarak cevaplandırıldığını hatırlıyorum. İlk başlarda bu garibime gitmişti, çoğumuz orta yaşların civarında insanlardık, nasıl oluyorda kendimizi hala tanıyamamıştık? Zaman içerisinde anladım ki, aslında çoğumuz ruhumuzun çağrısını net bir biçimde duymaya, ruhumuzun arzularını anlamaya, geçmişten getirdiğimiz deneyimlerimizin neler olduğunu ortaya çıkarmaya, kısacası Hakan Hocamızın yazmış olduğu harika kitap gibi Ruhumuzun Yolculuğunu öğrenmeye gelmiştik. Gelecekte de ruhumuz hangi deneyimlerden geçecek ve neler yaşayacağız hepimiz merak içerisinde bu konulara açıklık getiren bir teknikten diğerine geçerek öngörü yeteneklerimizi geliştirmeyi öğrendik.

 

Jung’un dediği gibi “Ruhumuz neye derin bir ihtiyaç duyarsa onun esiri oluruz”. Farkındalığa giden yolda her birimiz bilinç altımızda var olan yükleri tanımalıyız ki gerçek ve derinden bir bireysel dönüşüm geçirelim. Jung bildiğiniz gibi insan psişesini anlamak çabasında astrolojik haritaların ve zodyak burçlarının bize sunduğu arketiplerden çok yararlanmıştır. Hastalarının psikolojik sorunlarına teşhis koyarken, astrolojik datalardan yardım almıştır. Örneğin: aşırı  anne kompleksine sahip bir hastasının haritasında bu konuyu destekleyen belli konfigürasyonların açıkça görüldüğünü söylemiştir. Jung hepimizin yaşadığı deneyimlerin benliğimiz ve egomuz üzerinde değişimlere neden olduğunu ve bu değişimin psişemizde bir dönüşüme yol açtığını belirtmiş ve bu süreci Simya işlemlerindeki sürece benzetmiş ve arada paralellikler olduğunu vurgulamıştır.

 

Simya antik çağlarda uygulanmış basit metalleri fiziksel olarak değiştirip, altına çevirme işlemidir. Eski Yunan’da simyacılar zamanlarının bilim adamları sayılırdı. En çok denenmiş simya çalışması Kurşunun Altına çevrilmesi deneyidir.Rönesans döneminde bu bilimsel ve deneysel amaç, başka bir transformasyon konusuna da dönüşmüştür. Ruhun transformasyonu!  Birçok simyacı , simya işleminin başarılı olabilmesi için, simyacının da kendi içinde benzer bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini evrende var olan bu en saf özün niteliğini kavramak gerektiğini,  bu sürecin içtren dışa doğru yansıdığını, asıl amacın Altına yani nihai öze ulaşmak olduğunu , bu gizemli zenginliğe ulaşmak için zihinsel olarak da hazırlanmaları gerektiğini anlamışlardır. Ruhun özünde yatan bu mücevhere  ulaşabilmek için simyacının yaptığı işlemlere benzer bir süreçten geçeriz. Simyacı da evrensel elementler olan Hava ,Su Ateş ve Toprak kullanır. İşlemlerde bu elementler birbiri ile etkileşime girer, birbirine dönüşebilir ve farklı nitelikler ve formlarda varolan metallere uygulandığında, değişik kimyasal tepkimelere neden olur. Jung “Collected Works” eserinde oldukça geniş bir bölümü simyaya ayırmış ve simya sembollerinin insan psişesinin gelişiminde ve bireyselliğini gerçekleştirme sürecinde benzer süreçleri ifade ettiğini yazmıştır. Simyayı astrolojinin “kızkardeşi” olarak kabul etmiş ve Rönesans döneminde simyacıların astroloji alanında eğitim aldıklarını belirtmiştir.

 

Prima Materia yani simyada ulaşılmak istenen öz veya Altın, insan ruhunun yaşadığı deneyimlerden sonra ulaşmak istediği ruhsal farkındalık ve biliş gibidir. Hepimiz için OPUS yani sonuca varmak için yaptığımız herşeyi biraraya getiren ve bir sentez oluşturan  çalışma Nigredo aşaması ile başlar (maddenin kararması ve yanmaya başlaması) amaç madde içinde işe yaramaz parçaları ayıklamak ve öze ulaşmaya hazırlıktır. Bu insan psişesinde sorunun karşısında yaşadığımız moral çöküntüsüne ya da depresyona benzer) ardından ruhsal arınma ve spiritüel aydınlanma süreci başlar, bu süreçte birbirine benzemez elementleri zıtlarıyla biraraya başarıyla getirmeli ve işlemden geçirmeliyiz.( coniunctio aşaması: gereksiz fazlalıklar yanmış öze doğru bir arınma sararma başlamıştır). Bu süreç bizi yeni bir farkındalığa ulaştıracaktır.

 

 

Simyacıların eserleri astrolojik göstergelere yaptıkları göndermelerle doludur. Sonuçta Jung’ da simyayı astrolojiye görsel ve sembolik olarak çok zengin bir kaynak sağlayan bir disiplin olarak kabul etmiştir.

Simya metinlerinde sıklıkla “Ouroboros” adı verilen kendi kuyruğunu yiyen ejderha sembolü görülür. Bu sembolün bu alanda kullanılması bildiğimiz astrolojik sembolizmi ile benzerlik gösterir. Kuyruğunu yiyerek dönüşen ejderha, bu işlem esnasında özü değişmeden başka bir forma bürünecektir. Simyacılar zaten dönüşüm işlemine “Circle” veya “rota” demektedirler, Tekerlek, çember anlamına gelir. Civa (Mercury) simya  işleminin başında, Prima Materia arayışında kendisini ejderha gibi yiyerek ve dönüşüm geçirerek ölüp, parlak ve likit bir formda ortaya yeniden çıkar. Metal özelliğini korur ancak likit olmuştur, metalin ruhunu hala taşır, zehirlidir ancak tıpta iyileştirici olarak kullanılır, soğuktur ancak ateşin ruhunu yansıtır. Özetle içinde tüm zıtlıkları taşıyan yeni bir sentez oluşturmuştur.

 

Astrolojik transitler de bizim ruhumuz üzerinde böyle değişimler yaratır. Kurşun simyacıların en çok kullandığı metaldir. Astrolojik göstergesi Satürn’dür. Altının simya sembolü olan Güneş egomuzu, benliğimizin merkezini temsil eder. Benliğimizin özüne varmak için Satürn’le bir potada eriyip benliğimizdeki işe yaramayan parçalardan kurtularak  ruhumuzun özüne ulaşabiliriz. Teşbihte hata olmaz diyelim ve ruhumuzu karanlıklardan arındırıp, ışığa kavuşmak için benliğimiz hakkında bilmediklerimizi göğüsleyip, kendi karanlığımıza bakmayı öğrenmeliyiz.

 

Naz Bayatlı

 

 

BENLİĞİMİZİ TANIMAK ; HARİTAMIZDAKİ GÜNEŞ VE AY’I ANLAMAK.

 

 

Doğduğumuz andan itibaren,  benliğimiz ve vücudumuz,  bireyselliğimizi oluşturma yolunda bir çok süreçten geçer .Hayatımız boyunca yaşadığımız deneyimler, sahip olduğumuz bu kişisel kimliği yapılandırmaya devam eder. Doğum haritamız , bireysel kimliğimize ulaşma sürecinde, kişiliğimizi ve ruh halimizin karakteristik özelliklerini belirleyen dinamikler ve enerjiler hakkında bize bilgi verir. Doğum anında her bireyin yaşamına atılmış bir imza gibi, kişiye özgü bir yaşam yolu belirlenir, kişinin olgunlaşma yolunda yaşayacağı deneyim fırsatları ve buna bağlı olarak hayatına yön verecek önemli kavşakları, dönüm noktaları ve farkındalık kapıları içeren potansiyel seçenekler vardır.

 

İlk aldığımız nefesle birlikte belirlenen, natal haritamız bize verilmiş bir yaşam senaryosu ya da bir hazine haritası gibidir. Bu haritayı elimize alıp baktığımızda herşeyin başladığı bir başlangıç noktası vardır, buna yükselen /ascendant noktası diyoruz : ilk nefes aldığımız anın taşıdığı anlamı, hayat yolumuzda karşımıza çıkacak temaları, yolumuzda nasıl ilerleyecğimizi ve hayata karşı takındığımız tavrımızı yansıtır. Her birimizin spiritüel bir doğası ve yaşamda gerçekleştirmek üzere çabaladığı bir amacı vardır. Her birey yaşamı süresince tamamlanmaya ve  haritasında taşıdığı potansiyelle bütünleşmeye doğru ilerler.

 

Aradığımız hazineyi bireyselliğimizin farkına varmak  ve  bu yapılandırma sürecinde benliğimizi olgunluğa eriştirmek fırsatı olarak düşünürsek, bu anlamda kişiliğimiz ne yollardan geçip olgunlaşacak , “ BEN BUYUM” diyebileceğiniz kişiliği yaratacak özellikleri tanımlayan , klasik astroloji deyimiyle iki IŞIK Güneş ve Ay’dır.

 

Yaşama başladığımız andan başlayarak, edindiğimiz deneyimlerle gelişen kimliğimiz, dış dünyaya yansımaya başlar ve zamanla daha kalıcı, olgun ve yaratıcı bir form alır. Bir birey için en önemli farkındalık bence bu temel karakter özünün ve spiritüel doğanın ne olduğunu anlamak, doğum anının özelliklerinin yansıdığı haritamızda var olan potansiyel yazgının niteliklerini kavramak ve benliğimizin bu dünyada varolma sebebinin bilincine varmaktır.

 

Bunu başardıktan sonra ancak biz bilinçli egomuzu algılayıp, varolan potansiyel enerjilerimizin doğasını ve bu enerjileri en iyi nasıl yaratıcı bir biçimde hayatımıza katabileceğimizi anlayabiliriz. Belki bu yolla kendimiz hakkında edindiğimiz yargıları ve tutumu değiştirebiliriz.

 

Yaşam amacına ve spiritüel doğasına uygun yaşamlar sürdüren bireyler ancak olgunluğa ve mutluluğa erişebilirler. Belki de çevremizde varolan egotistik canavarlar, eminim hepimizin hayatında en az bir tane vardır ; kendinden başka kimseyi önemsemeyen ve  karşısındakini dinlemeyen,sadece kendilerinin dinlenmesini bekleyen, sürekli her halleri ve tavırları ile gözümüze soktukları şişkin EGO’ ları ile asla kendileri ile barışık olamayan bu kişiler, belki hayatlarında özellikle Güneş ve Ay’ın tanımladığı enerjileri anlamadıkları ve arada denge kuramadan, yani kendilerini tam anlamıyla tanımadıklarından, sadece kendilerine ait bir yazgının hayata geçirilmesi ve bütünlenmesi için bu yaşamda olduklarının bilincine varamadıklarından, ne kendileri, ne de başkaları ile uyumlu ve barışık yaşayabiliyorlar.

 

Dane Rudhyar’ a göre doğum haritamız, eğer spiritüel bir yaklaşımla incelenirse, bireyin kişiliği ve ruhsal dünyası ile ilgili gelişiminin en son hali nasıl bir form alacak ve birey kendini bu enerjileri kullanarak nasıl gerçekleştirecek ve başarılı bir ruhsal gelişimi nasıl tamamlayacak gibi soruların ipuçlarını taşımaktadır. Harita bir bütündür ve her nekadar parçalar halinde belli açılardan incelenebilir olsa da, aslında tüm hikayemiz ve benliğimiz ancak tümünün en ince detayına kadar incelenmesi ile anlaşılabilir. Bu da danışan ve astroloğun karşılıklı olarak, bu yolculuğu ortaya koymak için gerekli doğru soruları sorması ve doğru cevapları alması ile gerçekleşebilir. Her yaşın ve dönemin ihtiyaçları ve amaçları farklıdır. Bir astroloğun, Progres haritasında Yeni Ay yaşayan biri ile Dolunay fazı yaşayan birinin soracağı soruların ne olabileceğine dair bir fikri vardır ve bu kişilerin hayatlarında farklı beklentiler içerisinde kendisinin kapısını çaldığını bilir.

 

Howard Sasportas, haritasında örneğin Güneş’i Koç burcunda olan birini otomatikman , cesaretli, gözüpek ve atak bir savaşçı olarak varsaymamalıyız demektedir, o kişi hayatta başarılı olmak ve ruhsal yolculuğunda amacını gerçekleştirmek için bu burcun özelliklerini kullanarak bireysel kimliğini oluşturmalıdır. Kişi doğduğu andan itibaren özünde taşıdığı bu potansiyel enerjileri kullanarak, bu kimliğe doğru gelişir, bu bilinçli bir niyetle geliştirilebilir karakteristik özellikler bütünüdür, eğer bunun farkında olursak kendimizi gerçekleştirme yolunda, olgunlaşmaya doğru ileri adımlar atabiliriz.

 

Haritamızdaki AY; kişiliğimizdeki dişil enerjileri, annelik yapma dürtümüzü nasıl ortaya koyduğumuzu, kendi annemizi nasıl deneyimlediğimizi, duygu dünyamızı, bizi sarsan ,üzen, sevindiren durumlarda dürtüsel olarak nasıl tepkiler verdiğimizi, ruh halimizin özelliklerini ve genel olarak, toplum içindeki kültürel ve dini koşullandırılmamız çerçevesinde hayata nasıl tepki verdiğimizi yansıtır. Diğer yandan bizim ev halimizi de tanımlar, evimize girip, dış dünyadan koptuğumuz anda kendi başımıza nasılız bunu anlamamıza yardımcı olur. Dış dünyada tanınmak istediğimiz yanımızı genel olarak yükselen burcumuzda yer alan burca göre belirleriz. Ay’ın bulunduğu ev ise hayatın hangi alanında daha hassasız, bu enerjileri hangi alanlarda daha çok kullanıyoruz ve ortaya koyuyoruz bunu anlatır. Ay’ın aldığı açılar ise Ay’ın özelliklerini hangi yollardan olumlu veya olumsuz olarak yansıtıyoruz açıklar. Örneğin Ay’ı Jüpiter ile olumlu bir açı yapan birey, hayata karşı daha açık ve umutla dolu,pozitif açılımlar içeren bir konumdadır. Ay’ı Satürn’le açı yapan bir kişi ise açının türüne göre daha kapalı ve içe dönük, çekingen veya temkinli davranan biri olur.

 

Ay,  hepimizin en dürtüsel ve kişiliğimizin doğumla gelen en içsel niteliklerini taşıyan parçamızdır. Kişiliğimizi geliştirken, bu özellikleri anlayıp, hayatımızdaki rolünü ve bize ne gibi avantajler ve dezavantajlar sağladığını bilirsek, kendimizi ona göre yapılandırabiliriz. Temel duygusal ve bedensel ihtiyaçlarımız çekirdeğinde aynı kalır, çocukluğumuzdaki anne-çocuk ilişkisini, hayatımızdaki diğer ilişkilere de taşırız. Bunu anlamak, kendi kurduğumuz ilişkilerde de beklentilerimizi bize tanımlar. Haritamızdaki Ay, Güneş’e göre daha az değişikliğe uğratabileceğimiz yönlerimize işaret eder.

 

Haritamızdaki GÜNEŞ;  Kişiliğimizdeki aktif, dinamik, süreçlere açık ve hayatımız boyunca yapılandırdığımız bireysel kimliğimizi oluşturan enerjileri ifade eder. Benliğimizdeki eril enerjileri, babamızı ve babamızla olan ilişkimizin doğasını anlatır. Yaşam yolunda karşımıza çıkacak engelleri hangi silahlarla ve donanımlarla aşabiliriz bize bunu anlatır. Bütünleşmiş bir birey olabilmek için, Güneş’imizi yaratıcı bir biçimde ifade etmeliyiz. Güneş’in haritamızda bulunduğu eve ve burca göre hayatımızın hedeflerine odaklanırız ve bu alanda kendimizi geliştirmeye çabalarız. Güneşimizin ifade ettiği özellikler bizim geliştirmemiz gereken, “BEN BUYUM” diyebileceğiniz kimliğinizi yaratan özelliklerdir. Hayat yolumuzda Güneşimize aldığımız transitler, progres haritalarda Güneş’in konumu ve aldığı açılar, bu bireysel kimliği oluşturma yolunda hangi süreçlerden geçeceğimizi bize anlatır.

 

Jung’cu psikoanalist Ean Begg,  benliğimiz ile egomuzun bireyselleşme yolunda geçirdikleri transformasyonu anlatırken: Benliğimizin, duygusal ve spiritüel genetik potansiyelimizi taşıdığını ve çocukluğumuzda yaşadıklarımızla şekillenerek , egomuzun bilinç-üstü enerjilerle yoğurulması ile bizi bireysel kimliğimize ulaştırdığını öne sürmektedir.

 

Bu açıdan bakarsak astroloji, dürüstçe kendini tanımlayabilen, kendini kabul etmiş ve hoşgörü geliştirmiş , fonksiyon gösterebilen egolar taşıyan sağlıklı bireyler haline dönüşmekte bizlere yardımcı olabilir. Benliğimizi, egomuzla bütünleştirerek, haritamızdaki iki Işığı Güneş ve Ay’ı tanımakla olgunlaşabiliriz, bir bakmışız ışığı araken kendimizi bulmuşuz.

 

Naz Bayatlı

UNUTULMUŞ TANRIÇA

 

Yaratılış mitolojisini bir kez daha , Yunan Lirik Şiirlerinden okurken,  Alcman’ın “Scholia”    ( İ.Ö 7.yy) adlı eserinden yaratılış kozmojenisi ile ilgili 5.kısımda yer alan bir mit çok ilgimi çekti. Bu anlatım çok bilinen Olimpus hikayelerine farklı bir bakış açısı getiriyor.

 

Okuduğumuz mitolojik hikayelerde daha çok sözü edilen,  ilk yaratılmış tanrı ve tanrıçaların efsanevi ebevynleri olan Uranüs ve Gaia ile başlayan soylarını ve yaşadıkları maceraları oluşturan hikayelerdir ve bunları çoğumuz biliyoruz. Babadan oğula geçen hakimiyet ve saltanat öyküleri çoğunlukla benzer bir senaryo ile, bir kardeşin babayı tahttan indirip, kardeşlerin aralarında müteffik ve düşman olarak ayrılması ve kardeşlerden eş edinme ve sonsuz bir çoğalma iştahı ile beğendikleri her ölümsüz ve ölümlüden çocuk yapma durumu ile sanki tüm ölümsüzlerin birbiriyle akraba olduğu bir mitolojik yapı var. Edebi çalışmaların mitolojik gelenekten  esinlendiği temalar genellikle bu Olimpus kökenli hikayeler.

 

Oysa okuduğum bu parçada farkettim ki aslında daha derin bir felsefi ve teolojik inanç temelli  temalar taşıyan bir yaratılış kavrayışı mevcut. Yaratılış hikayesinde kozmozun içinde kaos denilen boşlukta belli bir forma ve şekle sahip olmadan varolan ezelden gelen enerjiler, tanrının çoğalmak ve varoluşa bir amaç yaratmak için öncelikle kendine bir eş yaratması ve onu kendi zıt kutbu olarak yaratmasından bahsediyor. Ezeli enerjilerin içinden çıkarak zamanı başlatan tanrı Khronos / (Süreç, süregelen zaman anlamında. Mitoloji de ve astrolojik kültürde diğer adı Satürn çoğu hikayede Uranüs’ün oğludur ve Rhea ile evlidir) , ondan sonra, ona eş olarak yaratılan tanrıça Ananke ile birlikte, birbirine sarmalanmış iki yılan gibidirler  , kolları evrenin çevresini sarmalayarak, yaratılışın tohumu olacak yumurta şeklinde tüm dişil ve erkil enerji kalıplarını içeren bir materyal formu içlerinde saklamaktaydılar. Daha sonra bu yumurtayı sıkıştırarak çatlattılar ve yaratılışın 3 önemli parçası meydana çıktı. Hava, su ve toprak. Havanın ortaya çıkması ile karanlık Erebos oluştu ancak hala ışık yoktu. Satürn yaratılışa bir amaç sağladı, Ananke ise tüm yaratılmışlara uymaları gereken değişmez kaderi verdi. Ananke hareketi sağladı ve küreler dönmeye başladı, hareket ve zaman evrenin oluşumu için en önemli iki güçtü. Dönen küreler, zaman akışına bağlı olarak kaderimizi harekete geçirdiler. Bu oluşum evrende değişmez bir takım yasaların doğmasına neden oldu ve onlardan sonra yaratılan her tanrı ve tanrıça da bu kaderden ve yasalardan kaçamadı. Antik Yunanca’da yer alan deyiş: “ Tanrılar bile Ananke’yle savaşamaz” ile kadere karşı gelinmeyeceğini ve bize bahşedilen kadere razı olmamızı ve boşuna değiştirmek için savaşmamızı ifade ediyor.

 

Khronos ve Ananke başlangıcı ve sonu temsil eder, evrende her an herşeyin içinde başlangıcın ve sonun nitelikleri birarada bulunur. Bu iki ezeli enerji bir DNA sarmalı gibi hayatın şifrelerini içinde taşıyan kozmik birer yaratıcı enerjidir. Daha sonra, yaratılışın amacına uygun olarak karanlık içinden materyaller ayrışmaya başlayınca ışık meydana geldi ve ışık meydana gelince Gündüz oluşabilmesi için gezegenler ve Güneş meydana geldi. Antik Yunan lirik şiirlerinden anlaışıyor ki Ananke ve Khronos, meşhur Olimpus sakinlerinden çok önce inanç halkası içine girmiş tanrılardandır. Ananke, Gaia adı verilen yeryüzü tanrıçasından daha da eskidir çünkü toprak ve gökyüzü yaratılmadan öncesine ait süreçi oluşturan tanrıça Ananke’dir.

 

Kehanet tapınaklarında, Ananke’nin çok nadir de olsa günümüze kadar ulaşabilen bir kaç freski vardır. Sırtında kanatlar, üzerinde beyaz uzun bir tünik, başında topuzunu içine alan bir file ile elinde insanlığın amacına ışık tutan bir meşale ile resmedilmiştir. Daha sonra bu kehanet olgusu, Plato’nun “Cumhuriyet “ adlı eserinde (İ.Ö 4.yy) Ananke’nin kızlarından bahsederek devam etmektedir. Kıyafetleri ve saç toplama tarzları aynıdır. İsimleri Lakheis; Geçmişle ilgili şarkılar söyler, Klotho; şu ana ait hikayeleri söyler, ve Atropos ise gelecekten bahseden şarkılar söyler, hepsi bir arada aynı anda şarkı söylemektedirler. Bu da yaratılış mitinde bahsedilen Khronos ve Ananke’nin birarada temsil ettikleri tüm yaratılış, geçmiş, şu an ve gelecek hepsi bir arada varolan bir nehrin üzerinde akıp gitmektedir kavramını yansıtmaktadırlar. Tabii anlayan zihin ve duyan kulaklar için. Ananke, gerekliliğin çarkını döndürür, Moira’larda her gün onun çevirdiği çıkrıktan çıkan iplerle kaderin ağlarını örer. Kader bir kez örüldümü sonu değiştirilemez. Kimse kaderinden kaçamaz , tanrılar ve tanrıçalar bile. Biz ölümlüler ise zamanın akışı ve kaderin çarkları ile tanrıların evreni yaratma amacına uygun olarak ömürler sürüyoruz. Bedenimizde ve ruhumuzda başlangıcın sonunu taşıyarak.

 

Naz Bayatlı

SINIRI AŞAN GEZEGENLER


SINIRI AŞAN GEZEGENLER
                      (OUT OF BOUNDS PLANETS)
Bu terimi ilk olarak KT Boehrer adındaki Amerikalı bir astrolog ortaya atmış. Sınırı Aşan Gezegenler; ifade ettikleri anlamlar bakımından daha ele avuca sığmaz, başına buyruk, isyankar ve uç noktalarda dış dünyaya yansıdığı düşünülmekte. Hem natal haritamızdaki gezegenler, sınırı aşmış olabilir ve bize sıra dışı bir takım nitelikler kazandırabilir, veya Dünya astrolojisi bağlamında sınırı aşan gezegenler dönem dönem dünya olayları üzerinde göze çarpan etkiler yaratabilir.
Bu Sınırı Aşan kavramını daha iyi anlayabilmek için öncelikle DEKLİNASYON teriminin ne ifade ettiğini anlamalıyız. Biz transit veya natal haritada örneğin Ay/Satürn kavuşumundan bahsederken, bahsettiğimiz kavuşum standart zodyakın, 360 derecelik ekvator kuşağı üzerindeki yer alan konumundan bahsederiz ve ilgili gezegenin Kuzey –Güney yarı küredeki boylam derecelerine denk gelen konumunu veririz. Bu konum bir gezegenin gerçekte göksel arzda yer aldığı derece değildir, gezegenin gerçek anlamda göksel küre üzerindeki yerini ve konumunu deklinasyon derecesi yansıtmaktadır. Ekvatorun daha geniş kapsamlı olarak göğe yansımış ve Güneş’in ekliptik üzerindeki yolculuğu sırasında çizdiği geniş yay göz önüne alınarak hesaplanmış olan derecesidir. Örneğin, dediğim gibi bir kavuşumdan bahsederken bu ya boylam dereceleri üzerinde gerçekleşen kavuşumdur ya da göksel arz derecesi denilen deklinasyon derecesi açısından kavuşumdur. Eğer iki gezegen hem boylam hem deklinasyon derecesi üzerinde kavuşum yapmaktaysa bu konum oldukça güçlenmiştir diyebiliriz. Bu gezegenler gökyüzüne baktığımızda da yan yana görüneceklerdir. Solar Fire ‘da açılar listesini açtığımız zaman iki gezegen arasında // işareti varsa ; deklinasyon ve boylam arasında paralel bir açı , kavuşum var demektir.
Güneş’in Kuzey veya Güney deklinasyonunda en üst noktaya erişimi her iki yarıkürede de mevsimlerin değişimini sağlar. Kuzey Yarım kürede Güneş Yengeç burcunun 0 derecesine geldiği zaman ki bu konumda en tepe noktası olan 23 derece 27 dk deklinasyon derecesine ulaşmıştır ve  yaz gelir, 0 derece Oğlak burcuna geldiğinde yine maksimum noktasına ulaştığı zaman 23 derece 27 dk da kış gelir. Yani 0 derece Yengeç veya Oğlak burcunun ekvator Zodyak kuşağındaki konumunun, göksel arza olan yansıması 23 derece 27 dk dır. ( bu yuvarlak rakamdır) . 0 derece deklinasyon ise KOÇ burcuna denk gelir ve kuzey yarımkürede bahar başlar . Deklinasyon derecelerine göre öyleyse Güneş’in yükselebileceği en tepe nokta 23 derece 27 dk. dır. GEZEGENLERİN PATRONUNUN ULAŞABİLDİĞİ EN MAKSİMUM NOKTA BUDUR VE BU DERECEYİ AŞAN GEZEGENLERE SINIRI AŞAN GEZEGENLER DENİLMEKTEDİR. Yani bir haddini bil durumu söz konusudur.
Gezegenler içinde AY,MARS, VENÜS, MERKÜR bu sınırı aşabilir, ancak Satürn hiç aşmaz, Jüpiter ise çok az 1-2 derece civarında aşar. Uranüs ve Pluto’da jenerasyon gezegeni olarak bu sınırı aşabilirler, ancak çok uzun süreler bu durumda kaldıkları için yansımaları global olur.
Doğum haritalarında yer alan herhangi bir natal gezegeninizin sınırı aşmış olup olmadığını kontrol etmek isterseniz: http://ephemeris.com/ephemeris.php adresinden girerek doğum tarihinizde herhangi bir gezegenin deklinasyon derecelerine bakabilirsiniz, genelde Ay dışında her gezegenin üç günde bir deklinasyon konumunu vermekteler. Ay’ın günlük deklinasyon dereceleri her sayfada var. Eğer bir gezegen 23.27 den yukarıda bir derecede yer alıyorsa, hayatımızda ki etkileri dikkat çekici olmaktadır. Bir astrolog arkadaşımın natal Mars’ı Oğlakta ve 8 evde bir de Sınırı Aşmış bir derecede, ve bu arkadaşım yaşamı boyunca kendi ifadesine göre öfke patlamaları yaşamış ve başını derde sokmuş, hatta aşırı cesaret göstermekten neredeyse ölecekmiş, elinde silah taşıyan bir adamın üstüne atlayıp silahını almaya çalışmış.  Özellikle Ay eğer S.A ise , kişide uç noktalarda bir takım duygusal kalıplara , değişimlere ve travmalara neden oluyormuş.
PROGRES HARİTALARDA S.A DURUMU!
Solar Fire programında Graphic Ephemeris kısmından natal haritamız üzerinden , ikincil ilerletim gezegenlerin deklinasyon derecelerine ait grafik tablo çıkartılabiliyor. Dolayısıyla bu çizelgede S.A gezegenlerin hangi yıllarda progres bakımdan tepe noktaya veya O dereceye vardıklarını, kuzey veya güney yarı küreye geçtiklerini gayet net gösteriyor. Ben özellikle kendi Ay’ımın doğumdan itibaren en uç ve en alt noktalara ulaştığı tarihlere baktım ve bir sonraki max noktalarını inceledim, geçmişte Ay ile o derece ekvator çizgisi ile kavuştuğu yıllarda hep hayatımda bir kriz ve değişim zorunluluğu yaşadığım dönemler olmuş. Bir kopma, ayrılma ve bitirme olayı yaşamışım. Bu açıdan bakılırsa en azından Ay için maksimum ve 0 dereceye ulaştığı zamanları incelemek akıllıca olabilir. Ay bir noktada aynen ikinci ilerletim süreci kadar 2,5 yıl gibi bir süre bu noktalarda kalıyor. Kuzeyden-Güneye iniş çıkış döngüsü 26-30 yıl sürüyor. Bazen natal haritada ikincil ilerletim haritalarında tam olarak netleştiremediğimiz süreçler deklinasyon derecelerine ve bu derecelere gelen gezegenler ve birbirleri ile kesişmeleri ile daha açık anlamlar ifade edebiliyor. Unutmayalım ki; Ay, Asc ve MC noktalarımızın deklinasyon dereceleri nataldekinden farklı olacaktır, ve natal bir gezegen bu noktalardan geçerken yaşadıklarımıza ışık tutacak paralel anlamlar taşıyabilir.
AY MAKSİMUM KUZEY NOKTASINDA 29 DERECEDE bulunduğunda sanki bir 10. Eve veya MC noktasına gelmiş gibi yansımalar taşıyabilir, mesleki başarı, kariyer hedeflerinde yeni düzenlemeler , aile konuları statü değişikliği arzusu v.s ortaya çıkabilir. AY MAKSİMUM GÜNEY NOKTASINDA 29 DERECEDE bulunduğunda daha çok para ve finansal düzenlemeler gerekliliği ortaya çıktığı düşünülüyor. Bir bırakma veya pekiştirme dönemi diye düşünülüyor. Yeniden uyum sağlama süreci. AY SIFIR DERECEDE EKVATORLA KAVUŞUM halindeyse kuzeye veya güneye geçiş arifesinde olduğu için hayatımızda bir kavşak noktasındayız demektir, yeni bir ilişki veya ilişkilerde düzenlemeler gerekebilir. Hayatımıza yeni birileri gelebilir veya çıkabilir.GEZEGENLERİN NATAL DEKLİNASYON DERECELERİNE dönmeleri de önemlidir. Bir gezegen ağır bir gezegenle kavuşursa, örneğin Satürn , natal merkür’ün üzerine geldiğinde o derecede en az 4 yıl paralel kavuşumda kalır. Kararlarımızda sorumlu olmamız gereken veya mesleki değişiklikler yapmamız gereken bir zamanda olabiliriz. Natal Mars S.A ise mesela kişi harika bir atlet olabilir veya Merkür S.A ise oldukça farklı düşünen bir yazar olabilir. Yaklaşık olarak 18,6 yılda bir Ay maksimum deklinasyon noktasına ulaşıyor. En düşük noktası ise -18 derece. RICHARD NOLLE’nin (astropro.com) sitesinde ay’ın aylık ve yıllık deklinasyon hareketlerini veriyor ve insanlık üzerindeki etkilerine örnekler veriyor. Bu dönemlerde sismik hareketler artıyor ve aşırı iklim koşulları ortaya çıkıyor. Örneğin ; Ay’la ilgili Katrina Kasırgası ve 1929, 1987, 2008 yıllarındaki borsa çöküşleri, 11 eylül saldırısı ise  Mars’ın 26 dereceden fazla S.A olduğu dönemlere gelmiş.  Allahtan 2023 yılına kadar Ay ekstrem uçlara ulaşmayacakmış. Gerçi elimizde Pluto ve Uranüs kareleri varken ve Neptün Balık’tan her şeyi karıştırırken, bir de S.A Mars’ı düşünmek istemiyorum. Ancak kişisel döngüler açısından Ay’ımızın haddini aştığı ve sıfırlandığı dönemlere bakmak pek fena fikir gibi gelmiyor.
Bakın bakalım haddini aşan bir natal gezegeniniz var mı ? varsa gözlemlediğiniz kadarıyla hayatınıza getirdiği aşırı yanları oldu mu? Paylaşırsanız hepimiz öğrenir ve bilgileniriz.
Sevgiler,
Naz Bayatlı

KENDİNİZİ BULMAK İÇİN , KENDİNİZİ DÜŞÜNÜN




RUHUNUZUN YOLUNU BULUN VE BU YOLDA YÜRÜMEKTEN ÇEKİNMEYİN.

Ezoterik astroloji ruhun astrolojisidir.  Ruhun amacını, neden burada olduğumuzu, ruhun hangi hayat deneyimlerinden geçtiğini ve bu yaşamımızdaki  deneyimlerimizin ve derslerimizin hangi alanlarda olabileceğine ışık tutmaya çalışır. Egzoterik ( modern) astroloji ise, kişiliğimizi tanımak, zayıf ve güçlü yanlarımızı bilmek, yaşam potansiyelimizi anlamak ve gelecekteki yaşamımızda atacağımız adımlara yönelik bize yardımcı olacak öngörümler sunar.
Ezoterik astroloji olarak adlandırılan bu bilgi bütünü Teozofik öğretiler çerçevesinde bir çok kadim kaynaktan aktarılarak bir araya getirilmiştir. Tibetli öğretmen Djwhal Khul, ezoterik astroloji bilgilerini Alice A.Bailey’e  aktarmış ve bilgiler bu yolla batı astrolojisine taşınmıştır. Ruh –merkezli astroloji adını verdiğimiz bu bilgiler bir çok ciltten oluşan antik ve kadim erdem öğretileridir.  Her bireyin eşsiz, tekrar edilemez olduğuna ve içinde ilahi bir parça taşıdığına inanılan bu öğretilerde, bireyin spiritüel arayışına yardımcı olabilecek yöntemler yer alır. Biz bir çok bilginin yanı sıra astrolojik olarak bir kişinin haritasında Ruh ve Kişilik Işını’nı bularak, bireyin hayatının temel temalarını inceliyoruz. Buna ek olarak, haritada yer alan belli göstergelerle ,ruhumuzun geçmiş yaşamlardan taşıdığı davranış kalıplarını ve birden fazla yaşamda tekrarladığı duygusal takıntıları bulmaya çalışıyoruz.
Ruhumuz veya ilahi parçamız diyebiliriz, bir çok yaşamda mükemmelleşmeye, kaynakla bütünleşmeye çalışır, bu yolda yüksek bilincinden , Tanrıyla arasında köprü olan yanından kopmaz , her bireyin aslının koşulsuz sevgi ve birbirine hizmet olduğunu unutmaz. Bu nedenle, modern astroloji yardımıyla kişiliğimizi bütünleştirmeye yönelirken, bedenimizi, duygu dünyamızı ve zihnimizi birbirinin sesini duyan ve gereksinimlerinin farkında olan bir birey haline gelmenin yoluna dair ipuçları ediniriz.  Kişiliğimizi bütünlemek yaşam boyu süren bir süreçtir.  Bu süreç üzerinde ilerlerken, insan evrimleştikçe ve farkındalığı arttıkça, ikinci bir sınav ortaya çıkar, kişiliği ruhuyla bütünleştirmek, veya yüksek bilincinin farkına varmak.  Bu birincisinden çok daha zor bir hedeftir, çünkü birey ruhunun geçirdiği süreçleri de anlaması ve kabul etmesi gerekecektir. Derinlere bakmak , kendimizi düşünmek, sezgilerimizi kullanmak, materyal dünyanın üzerimize yığdığı bir sürü sorun ve zorluğun ağırlığından sıyrılıp, ruhun yolunu aramak , ruhunun geçirdiği süreçleri anlamak , tüm bunlar kabul edelim kolay hedefler değil. Kolay olmasını beklemiyoruz ama denemeye değer buluyoruz. Ruhun süreçlerini sezmek inanın bu yaşamda size çok farklı bir anlayış ve algılama ile hareket etmenize yardımcı oluyor.
Size kendimden iki örnek vermek istiyorum. Kendi haritamı bir astroloji sever olarak bunca yıldır didik didik incelemişimdir. Kişiliğimi artık iyisi , kötüsü ile öğrendim, güçlü yanlarımı öne çıkaran bir hayat sürdürmeye çalışıyorum, zayıf yanlarımı güçlendirmeye çalışıyorum ve olumsuz yanlarımı da samimiyetle törpülemeye  çalışıyorum. Ezoterik astrolojiyle yakından ilgilenmeye başladıktan sonra, haritada yer alan karmik ve geçmiş yaşamlarla ilgili göstergelere sevgili hocam Meltem Tolunay Sözübir ile baktık , inceledik her birimizde belli birkaç tema ortaya çıktı. Daha sonra,  Meltem Tolunay Sözübir’in eşi Aydın Sözübir ile regresyon – geçmiş yaşam terapisi yaptık . Bu seanslardan birinde , ben ortaçağda doktor bir erkektim, üniversitede ders veriyordum ve kadavraları inceliyordum. Hatta kan almayı kolaylaştırmak için bir ufak alet yapmıştım ve bu çalışmam sonucunda bir kese altın para ile ödüllendirildim. Tabii arada bir çok detay daha var, ancak adımın net olarak Richard Parcks olduğunu biliyorum ve seans sonunda bunu Aydın Bey’e belirttim ve dedim ki “ Soyadım Parks diye okunuyor ama yazılışında c var, Parcks diye yazılıyor” elbette ben bu kadar net biçimde konuşunca bir de internete bakalım dedik, bir de ne görelim üzerinde Richard Parcks yazan paralar var, öyle çok yaygın bir soyadı da değilmiş zar zor bir de Canada’da bir Parcks bulduk. Başarılı ve saygın kişiler adına basılan paralarmış bunlar nümizmatik koleksiyoncularının listesinde gördük, 1500 lü yıllarda basılmış, Meltem Hn. da araştırdı, 100 tıp adamı adına basılmışlar. Haritamda, Placidus 8. Evde Başak burcu var, Mars, Pluto ve Uranüs burada kavuşum yapıyor. Başak sağlıkla ve tıpla alakalıdır ( ayrıca 8. Ev karmik anlamda incelediğimiz evlerden biridir) Diğer bir seansta, geçmiş bir yaşamlardan birinde Katolik ve Protestan savaşına Protestanların tarafında yer almış bir soylu kişiydim. Bu yaşamda karmik olarak ne öğrendiğimi yüksek bilincime sorduğumda çok net olarak şu cümle zihnime geldi “ Courage must come from loyalty , not from cowardice “ ( sadakat cesaretten gelmelidir, korkaklıktan değil)” Anne” adında bir kadın  olduğum bu hayatta, dini inancımız nedeniyle, başını büyük bir beladan kurtarmak için arkadaşımı hapsedildiği evden kaçırmıştım. İkimiz içinde ölüm tehlikesi vardı ve bir gün dapdaracık bir yeraltı geçidinde , karanlıkta saklandık. ( klostrofobim bu seanstan sonra geçti bunu da belirtmeliyim artık rahatça kalabalık ve küçük kapalı alanlarda kalabiliyorum ) . Elbette bu sadakat, cesaret konulu cümleyi de hazreti Google’dan araştırdım ve hayatında hiçbir din kitabını okumamış olan ben bu sözün Lucas İncil’inden İsa’nın son yemek günü, Judas’ın ihanetini önceden bildiği ve ayrılırken onun yanağını öperek söylediği  söz olduğunu okudum. Demek ki sadakatle ilgili bir sınav vermişim o yaşamda . Haritamda Ay Yay’da ve 12. Evde Güney Ay Düğüm’ümde orada , Yay din , felsefe , inanç gibi konuları temsil eder. ( 12. Evde karmik olarak , Ay Düğümleri ile beraber inceliyoruz.)
Tüm bunları niye anlattım diyorsanız, kişinin haritası bir hazine gibi, kim olduğumuz ve ruhumuza dair bir çok farkındalık barındırıyor, kendimizden başkası olamayacağımıza göre, kendimizi düşünmekten ve öğrenmekten daha önemli ne olabilir diyorum.
“Bir kar tanesi yağdığında veya bir kar ördeği yumurtadan çıktığında nasıl kaderi beyaz olmaktan başka bir renk olamazsa, siz de kendinizden başka bir renk olamayacağınızı bilin, sonradan büründüğünüz her renk sizin olmayacaktır“
LAO TSE
Sevgilerimle,
Naz Bayatlı