RUHUN SİMYASI
RUHUN SİMYASI
(Obscurum per obscurius, Ignotum per Ignotius- Karanlığı
karanlıkla, Bilinmeyeni hiç bilinmeyenle aramak)
Hepimizin doğum haritası ruhumuzun bir haritası gibidir.
Gezegen geçişleri (Transitler) ve ilerletilmiş haritalar (Haritalarımızda yer
alan gezegenlerin zamanla birlikte ilerletilmiş konumları) bizim o an
içerisinde yaşamakta olduğumuz olayların, içinden geçtiğimiz deneyimlerin ve
ruh halimizin bir yansımasıdır.Hayatımızın bir döneminde bireysel gelişimimiz
için gerekli hangi adımları atacağız veya hayatın önümüze sürdüğü seçeneklerden
hangileri bizim kişisel farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olacak kararlara
ışık tutar türünden sorularımıza cevap bulmamızın yanısıra, bize bu sözünü
ettiğimiz sürecin ve deneyimin ne kadar sürebileceği konusunda bir de zaman
çizelgesi verir. Örneğin Satürn transiti yaklaşık 2-2,5 yıl sürer, bu zaman
dilimi içerisinde neler yapabileceğimizi ve neler deneyimleyebileceğimizi
bilmek en azından bizi yol kazalarına karşı temkinli kılar. Bazen yaşadığımız
veya yaşayacağımız deneyimler yaşamımızın belli bir alanında krize yol açar,
hayatımızda belli konular istemesekte
bizi bir değişim sürecine iter. Bu dönemler sıkıntılı veya zor geçse bile,
aslında hepsi birer fırsat kapısıdır. Astrolojik göstergeler ve ifade
ettikleri; bu negatif olguları, pozitif
kazanımlara dönüştürmek için bize sunulmuş bir data bankası gibidir.Kanımca
insan ne yaşamakta olduğunu ve bu sürecin ana hatlarını bilirse, yani bu konuda bir farkındalık geliştirirse , gerçek
ve kalıcı anlamda bir fark yaratmak ancak o noktadan sonra gerçekleşir.
Zor transitler aldığımız dönemlerde, bireysel bir içe
yolculuk ve bir içsel kavrayış başlar. Haritamızda bu bireysel dönüşümün
göstergeleri yer alır. Toplumsal değişimler, Dış gezegenlerin uzun süren
transitleri ile tetiklenir, makro-evren, mikro-evren kavramına göre toplumsal
ve bireysel değişim paradigmaları birbirleri ile ilintili ve paralel ilerleyen
süreçlerdir. Birbirlerinden erkilenirken, her biri değişime ve dönüşüme uğrar.
Astroloji kadim ve antik çağlardan günümüze kadar gelen arketipler ve sembolik
göstergeler sayesinde, insanın ruhsal ve toplumsal gelişimi hakkında bize
çeşitli veriler sunar. Bu veriler insanlığın ortak bilincinin süzgecinden
geçerek, ortak deneyimlere dönüşüp, toplumsal alt-hafızalara yerleşmiştir.
Astrologlar, bu arketiplere dönüştürülmüş deneyimleri , astrolojik sembolleri
kullanarak tasvir eder. İnsanlığın ortak hafızasına , evrensel bilince ve
doğayı kavrayışına ait bilgileri sembollere aktararak , astrolojik haritalar
üzerinden yaşadıklarımız hakkında tanımlar yapar.
Astroloji eğitimi alırken, Hocamız Hakan Kırkoğlu’nun
bizlere sorduğu “Neden astroloji öğreniyorsunuz?” sorusunun yüzde 90 “Kendimi tanımak için” olarak
cevaplandırıldığını hatırlıyorum. İlk başlarda bu garibime gitmişti, çoğumuz
orta yaşların civarında insanlardık, nasıl oluyorda kendimizi hala
tanıyamamıştık? Zaman içerisinde anladım ki, aslında çoğumuz ruhumuzun
çağrısını net bir biçimde duymaya, ruhumuzun arzularını anlamaya, geçmişten getirdiğimiz
deneyimlerimizin neler olduğunu ortaya çıkarmaya, kısacası Hakan Hocamızın yazmış
olduğu harika kitap gibi Ruhumuzun Yolculuğunu öğrenmeye gelmiştik. Gelecekte
de ruhumuz hangi deneyimlerden geçecek ve neler yaşayacağız hepimiz merak
içerisinde bu konulara açıklık getiren bir teknikten diğerine geçerek öngörü
yeteneklerimizi geliştirmeyi öğrendik.
Jung’un dediği gibi “Ruhumuz neye derin bir ihtiyaç duyarsa
onun esiri oluruz”. Farkındalığa giden yolda her birimiz bilinç altımızda var
olan yükleri tanımalıyız ki gerçek ve derinden bir bireysel dönüşüm geçirelim.
Jung bildiğiniz gibi insan psişesini anlamak çabasında astrolojik haritaların
ve zodyak burçlarının bize sunduğu arketiplerden çok yararlanmıştır.
Hastalarının psikolojik sorunlarına teşhis koyarken, astrolojik datalardan
yardım almıştır. Örneğin: aşırı anne
kompleksine sahip bir hastasının haritasında bu konuyu destekleyen belli
konfigürasyonların açıkça görüldüğünü söylemiştir. Jung hepimizin yaşadığı
deneyimlerin benliğimiz ve egomuz üzerinde değişimlere neden olduğunu ve bu
değişimin psişemizde bir dönüşüme yol açtığını belirtmiş ve bu süreci Simya işlemlerindeki sürece benzetmiş
ve arada paralellikler olduğunu vurgulamıştır.
Simya antik çağlarda uygulanmış basit metalleri fiziksel
olarak değiştirip, altına çevirme işlemidir. Eski Yunan’da simyacılar
zamanlarının bilim adamları sayılırdı. En çok denenmiş simya çalışması Kurşunun
Altına çevrilmesi deneyidir.Rönesans döneminde bu bilimsel ve deneysel amaç, başka
bir transformasyon konusuna da dönüşmüştür. Ruhun transformasyonu! Birçok simyacı , simya işleminin başarılı
olabilmesi için, simyacının da kendi içinde benzer bir dönüşüm geçirmesi
gerektiğini evrende var olan bu en saf özün niteliğini kavramak gerektiğini, bu sürecin içtren dışa doğru yansıdığını, asıl
amacın Altına yani nihai öze ulaşmak olduğunu , bu gizemli zenginliğe ulaşmak
için zihinsel olarak da hazırlanmaları gerektiğini anlamışlardır. Ruhun özünde
yatan bu mücevhere ulaşabilmek için
simyacının yaptığı işlemlere benzer bir süreçten geçeriz. Simyacı da evrensel
elementler olan Hava ,Su Ateş ve Toprak kullanır. İşlemlerde bu elementler
birbiri ile etkileşime girer, birbirine dönüşebilir ve farklı nitelikler ve
formlarda varolan metallere uygulandığında, değişik kimyasal tepkimelere neden
olur. Jung “Collected Works” eserinde oldukça geniş bir bölümü simyaya ayırmış
ve simya sembollerinin insan psişesinin gelişiminde ve bireyselliğini
gerçekleştirme sürecinde benzer süreçleri ifade ettiğini yazmıştır. Simyayı
astrolojinin “kızkardeşi” olarak kabul etmiş ve Rönesans döneminde simyacıların
astroloji alanında eğitim aldıklarını belirtmiştir.
Prima Materia yani simyada ulaşılmak istenen öz veya Altın,
insan ruhunun yaşadığı deneyimlerden sonra ulaşmak istediği ruhsal farkındalık
ve biliş gibidir. Hepimiz için OPUS yani sonuca varmak için yaptığımız herşeyi
biraraya getiren ve bir sentez oluşturan
çalışma Nigredo aşaması ile başlar (maddenin kararması ve yanmaya
başlaması) amaç madde içinde işe yaramaz parçaları ayıklamak ve öze ulaşmaya
hazırlıktır. Bu insan psişesinde sorunun karşısında yaşadığımız moral
çöküntüsüne ya da depresyona benzer) ardından ruhsal arınma ve spiritüel
aydınlanma süreci başlar, bu süreçte birbirine benzemez elementleri zıtlarıyla
biraraya başarıyla getirmeli ve işlemden geçirmeliyiz.( coniunctio aşaması:
gereksiz fazlalıklar yanmış öze doğru bir arınma sararma başlamıştır). Bu süreç
bizi yeni bir farkındalığa ulaştıracaktır.
Simyacıların eserleri astrolojik göstergelere yaptıkları göndermelerle
doludur. Sonuçta Jung’ da simyayı astrolojiye görsel ve sembolik olarak çok
zengin bir kaynak sağlayan bir disiplin olarak kabul etmiştir.
Simya metinlerinde sıklıkla “Ouroboros” adı verilen kendi
kuyruğunu yiyen ejderha sembolü görülür. Bu sembolün bu alanda kullanılması
bildiğimiz astrolojik sembolizmi ile benzerlik gösterir. Kuyruğunu yiyerek
dönüşen ejderha, bu işlem esnasında özü değişmeden başka bir forma
bürünecektir. Simyacılar zaten dönüşüm işlemine “Circle” veya “rota”
demektedirler, Tekerlek, çember anlamına gelir. Civa (Mercury) simya işleminin başında, Prima Materia arayışında kendisini
ejderha gibi yiyerek ve dönüşüm geçirerek ölüp, parlak ve likit bir formda
ortaya yeniden çıkar. Metal özelliğini korur ancak likit olmuştur, metalin
ruhunu hala taşır, zehirlidir ancak tıpta iyileştirici olarak kullanılır,
soğuktur ancak ateşin ruhunu yansıtır. Özetle içinde tüm zıtlıkları taşıyan
yeni bir sentez oluşturmuştur.
Astrolojik transitler de bizim ruhumuz üzerinde böyle
değişimler yaratır. Kurşun simyacıların en çok kullandığı metaldir. Astrolojik
göstergesi Satürn’dür. Altının simya sembolü olan Güneş egomuzu, benliğimizin
merkezini temsil eder. Benliğimizin özüne varmak için Satürn’le bir potada
eriyip benliğimizdeki işe yaramayan parçalardan kurtularak ruhumuzun özüne ulaşabiliriz. Teşbihte hata
olmaz diyelim ve ruhumuzu karanlıklardan arındırıp, ışığa kavuşmak için
benliğimiz hakkında bilmediklerimizi göğüsleyip, kendi karanlığımıza bakmayı
öğrenmeliyiz.
Naz Bayatlı